Kanser hakkında neden çok bilgi kirliliği var?
Hangileri kanser yapıyor? Kırmızı et, cep telefonları, plastik su şişeleri, yapay tatlandırıcılar, yüksek gerilim hatları, kahve… Her gün farklı haberler geldikçe kafalar ciddi şekilde karışıyor. Kanser hakkında bilgi almamız engelleniyor mu? Yoksa kandırılıyor muyuz? Bu yazımız da kanser hakkında yanlış bilinenleri bilimsel olarak değerlendireceğiz.
Kanserin nedenleri, sigaranın zararları dendiğinde en büyük kanser nedenlerinden biri olduğunu, kanser araştırmalarına şirketler nasıl etki ettiğini, kahve ve kırmızı et tüketmek kanserle bağlantısı olup olmadığını yazımızda bulabileceksiniz.
Kanser hakkında bilgi eksikliğinin sebebi ne?
Kanser o kadar yaygın bir hastalık ki, siz bu hastalığa yakalanmamış olsanız bile yakın çevrenizde mutlaka bir hasta vardır.
Dünya genelinde ölüm nedenleri sıralamasında kanser, kalp/damar hastalıklarından sonra 2. sırada. Bu da her altı kişiden birinin kansere bağlı olarak yaşamını yitirdiği anlamına geliyor.
Kanser tek bir hastalık değil ve nedenleri çok karmaşık. Ancak yakalanma riskini azaltabilecek yollar
var; önemli olan bu yolları öğrenmek. Bu da hiç kolay değil; uzmanlar bile bu konuda anlaşmazlığa düşebiliyor.
Neyse ki son yıllarda genetik yatkınlık ve çevresel faktörler konusunda yapılan çok sayıda araştırma bazı kritik noktaları aydınlatmış bulunuyor.
Herkesin kafası neden karışık? Kanserojen maddeler hangileri?
Şimdi soru şu: Kanserin nedenleri konusunda ne biliyoruz, ne bilmiyoruz? Ve bu bilgi karmaşası içinde riskleri nasıl tartmamız gerekecek?
Bu konuda kamuoyunda var olan kafa karışıklığının ne denli yaygın olduğu geçen yıl İngiltere’de yapılan bir kamuoyu araştırmasıyla ortaya çıktı.
University College London (UCL) ve Leeds Üniversitesi’nden bilim insanlarının 1330 kişilik bir denek grubun katılımıyla yaptıkları bir araştırma, deneklerin üçte birinin yapay tatlandırıcıların, genetiği ile oynanmış gıdaların, plastik şişelerden su içmenin ve cep telefonu kullanmanın kansere yol açacağına inandığını gösterdi.
Kanserin nedenleri konusunda kesin bilgi sahibi olduğunu düşünen aynı grubun yüzde 40’ı ise stresin kansere yol açtığını düşünüyordu. Oysa bu konuda kanıtlanmış bir korelasyon henüz yok.
Daha da kötüsü güneş ışınlarına maruz kalmanın kansere neden olduğuna inananların oranı yalnızca yüzde 60 dolayındaydı.
Ve papilomavirüs (HPV) ile kanser arasında kuvvetli bir bağ olduğunun farkında olanlar yalnızca yüzde 30’du.
Bu araştırmanın sonuçları bilim dünyasında şaşkınlık yarattı; aslında şaşırmaları yersizdi. Zira kanser söz konusu olduğunda insanların inandıkları ile bilimsel bulgular arasında çok büyük bir uçurum olduğu uzun zamandır biliniyor.
Örneğin yapay tatlandırıcıları ele alalım. Son 50 yıldır yapay tatlandırıcılar tartışmaların odağında; beyin kanserine yol açıp açmadığı konusunda kuşkular bir artıyor, bir azalıyor.
İnternette aspartamın kanserojen olduğu ile ilgili çok sayıda makale var. Oysa aspartamın hücrelerin çoğalmasına yol açan bir mutasyonu tetikleyip tetiklemediği konusunda kesin bir bulgu yok.
Aynı şey deodorantlar, sulara katılan florür, yüksek gerilim hatları, deterjanlar ve sayılamayacak daha pek çok şey için de geçerli.
Hepimiz aptal ya da cahil miyiz?
Bu durumda hepimiz her söylenene inanacak kadar cahil veya aptal mıyız? Aslında kamuoyuna mal olmuş fikirlerin ve düşüncelerin çok da desteksiz olduğunu söyleyemeyiz.
Yaralanmaların kansere yol açtığına olan inanç, aralarında UCL/Leeds araştırmasına katılan bilim insanlarının da olduğu çok sayıda uzman tarafından bir söylenti olarak değerlendiriliyordu.
Oysa 2017 yılında yapılan bir çalışma bu ikisi arasında bir bağlantı olabileceğine işaret ediyor. Kaldı ki çeşitli maddelerin kanserojen özellikleri konusunda bir belirsizlik de söz konusu.
Örneğin kanserin nedenleri içinde sayılan kahve.. Geçen yıl Kaliforniya’da bir hâkim eyalette satılan kahve kutularının üzerinde “kansere yol açabilir” gibi bir uyarı ibaresinin bulunmasına karar vermişti. Neyse ki eyalet yetkilileri bu kararı geçersiz saydılar ve kahve tiryakileri rahat bir nefes aldı.
Bu arada kahvenin içeriğinde bulunan akrilamid Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından “insanlar için kanserojen” bir madde olarak değerlendiriyor. Oysa kahvenin insanlarda herhangi kansere yol açtığı yönünde kesin bir kanıt bulunmuyor.
Akrilamid kızartmalarda, fırınlanmış gıdalarda veya ızgara etlerde aşırı pişirilme sonucu oluşan bir
bileşim. Fakat sabah kahvenizde sizi kanser yapacak miktarda akrilamid bulunup bulunmadığı konusu henüz kanıtlanmış değil.
Araştırma sonuçları da yoruma açık
Çok sayıda araştırma yapılmış olmasına karşın, sonuçları da yoruma açık. Kansere yol açan kanserojen maddeleri test etmeye yönelik temel yaklaşımlar da kusursuz değil.
Canlı hayvanlar veya hücreleri üzerinde yapılan yoğun laboratuvar çalışmaları, insanlara uygulandığında farklı sonuçlar alınabiliyor.
Kaldı ki insanlar üzerinde yapılan çalışmaların da değerlendirilmesinde sorunlar çıkabiliyor, zira birden fazla etmenin sonuçları etkileme olasılığı çok yüksek.
Bütün bunların neticesinde bilim insanları, spesifik bir madde veya davranışın kanser oluşturma potansiyeli konusunda anlaşmazlığa düşebiliyor.
Örneğin kırmızı et tüketimi ile kanser arasında bir bağlantı olduğu yönünde bilim dünyasında ortak bir görüş yok. Oysa bundan birkaç yıl öncesine kadar araştırma sonuçları böyle bir ilişki olduğunu gösteriyordu.
Son yıllarda yapılan araştırmalardan çıkan sonuç ise bu ilişkiyi “talihsizlik” gibi kafa karıştıran bir açıklama ile geçiştiriyor. Bu da şu anlama geliyor: Kanser kontrolümüz dışında olan çok sayıda faktör ile ilgili; dolayısıyla hangisinin gerçek suçlu olduğunu kestiremiyoruz.
Kanser hakkında bilgi niçin yetersiz?
Kanser araştırmalarına bu kadar para ve emek harcanmasına karşın niçin hâlâ yeterli bilgiye sahip değiliz?
Çünkü, Kanser çok yavaş ilerleyen bir hastalık. Sıtma veya kolera gibi nedeni hemen tespit edilemiyor. Sebep-sonuç ilişkisi kurulamıyor. Vakaların çoğu tek bir sebebe değil, birbiri ile etkileşen çevresel faktörlere bağlı.
Kanserin genetik temeli hakkında daha öğrenmemiz gereken çok şey var. Aslında insan genomundaki genlerin tam sayısını bile bilinmezken, aralarındaki ilişkiyi ve bunların mutasyonuna nelerin yol açtığını bilmemiz şimdilik olanaksız.
Bir de mikrobiyom faktörü var. Vücudumuzun içinde yaşayan yüzlerce çeşit bakteriden bazılarının eksikliği kansere yatkınlığı artırabiliyor.
Beslenme düzeni, hijyen ve çevre koşulları birbiri ile etkileşime geçerek mikrobiyomu etkiliyor. Ve mikrobiyom ile genomun birbirlerini nasıl etkilediklerini bilmiyoruz.
Büyük şirketler kanser araştırmalarına müdahale ediyor!
Kaldı ki hepimizin sonuçlardan kuşku duyması için yeterince sebep mevcut. Bunun en önemli nedenlerinden biri, büyük şirketlerin araştırmaları kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmesi.
Örneğin tütün endüstrisi onlarca yıl boyunca akciğer kanseri ile sigara arasındaki ilişkiyi gizlemeye çalıştı.
Öte yandan büyük şirketlerin akademik araştırmalara para desteği sağlaması, bilimin tarafsızlığına gölge düşürüyor.
Şirketlerin araştırmaları kendi “himayesi altına alması” bulguların bütünlüğünü ve dürüstlüğünü de zedeliyor.
Son yapılan bir araştırmaya göre klinik deneylerden olumlu sonuç alma olasılığı, sanayi tarafından desteklendiğinde 3 misli artıyor.
Ayrıca sanayi destekli araştırmalar daha hızlı yayımlanıyor ve kanser tedavisinde yöntem değişikliğine gidilme şansı artıyor. Çıkar çatışmaları bir yandan da korkunç kuşkuları besliyor.
Örneğin Temmuz 2018’de The Observer gazetesinde çıkan bir habere göre cep telefonu endüstrisi, telefon kullanımı ile beyin kanseri arasındaki ilişkiyi gizlemek için çok başarılı bir lobi faaliyeti yürütmüş.
Bilimsel olarak böyle bir bağlantının varlığı zaten söz konusu değil
Büyük şirketlerin müdahalesi ayrıca risk değerlendirmesini de etkiliyor. ABD’de Ağustos ayında Amerikan Mahkemesi, tarım ilaçları üreticisi Monsanto’yu bahçıvan Dewayne Johnson’a 289 milyon dolar tazminat ödemeye mahkûm ettirdi.
Mahkemenin bu kadar büyük bir tazminat talep istemesinin nedeni, şirketin ürettiği bir tarım ilacının Johnson’ın kanser olmasına yol açmasıydı.
Ancak bilimsel araştırmalar söz konusu tarım ilacı ile kanser arasında bir bağlantı bulamadı. Bunun üzerine hâkim tazminatı 78 milyon dolara indirdi.
Bu kafa karışıklığının yarattığı en büyük zarar şu: Doğru ile yanlışın birbirine karıştığı bu ortamda, kansere yakalanmamak için yapılacak bazı şeyler olduğu gerçeği gözden kaçıyor.
Kanserin nedenleri
Dünya Sağlık Örgütü’ne (WHO) göre Kansere bağlı ölümlerin üçte biri şu beş beslenme ve davranış alışkanlıklarından kaynaklanıyor:
- Aşırı kilo,
- Sebze/meyve tüketmemek
- Egzersiz yapmamak,
- Sigara,
- Alkol kullanımı.
Bunların içinde en büyük risk faktörü tütün; dünyada kansere bağlı ölümlerin % 22’sinin nedeni. WHO ayrıca güneş ışınlarına ve diğer radyasyon türlerine maruz kalmanın da dikkate alınması gerektiğine dikkat çekiyor.
Ayrıca hepatit ve HPV enfeksiyonları, düşük ve orta gelir dilimindeki ülkelerdeki kanser vakalarının dörtte birinden sorumlu.
Bütün bu bilinen risk faktörlerine karşın kansere neden olan tüm etmenleri saptamak için önümüzde daha kat etmemiz gereken çok uzun bir yol var. Yazıda sözü geçen son araştırma 10 kanser vakasının yalnızca 4’ünün bilinen bir nedene dayandığını ortaya çıkartıyor.
Çoğunluğu da sigara ve obezite oluşturuyor. Başka bir çalışma bu bilinmezlik düzeyini iyice yukarılara taşıyor: “Kanserlerin üçte ikisi gelişi güzel mutasyonların sonucu.” Bu da şu anlama geliyor: Bugün DNA’nın kopyalama hatalarını öngörmemiz mümkün değil.
Her yılda devasa miktarlarda paraların akıtıldığı araştırmalardan çıkan dağ gibi verileri elerken, bilim insanlarına şu üç unsur yol gösteriyor:
- Ortaya atılan iddiayı destekleyen bilimsel veriler ne kadar sağlam?
- İlgili odaklar arasında bir çıkar çatışması söz konusu mu?
- İnsan evrimi açısından bulgular anlam taşıyor mu?
Ayrıca bakınız
Kaynaklar
- https://www.newscientist.com/article/mg24132160-300-confused-about-cancer-heres-what-we-really-do-know-about-itscauses/
- https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC5574166/
- https://blog.dana-farber.org/insight/2018/08/confusion-cancer-need-know/