Doğru karar vermek için akıllı ve başarılı olmak yeterli mi?
Zeki ve başarılı insanların doğru karar verme konusunda hep daha ileri de olduğuna çoğunlukla inanılır. Bilimsel olarak doğru mu? Doğru karar vermek için hangi bileşenlerimiz etkili? Zeka, Başarı, Akıl mı? Hangi zeka karar almada etkili? Bilişsel zeka? Duygusal zeka? Kültürel zeka mı? cevabı yazımızda.
Doğru karar vermek yada almak için zeki mi olmak lazım?
Zeki ya da eğitimli insanların daha doğru karar alacaklarına ilişkin yaygın bir kanı olduğundan “bu kadar eğitimli ya da zeki bir insan nasıl böyle bir hata yapar” söylemini çok sık duyarız.
Çoğu psikolojik süreci ve davranışları, daha bütüncül bir perspektifle “beşer” olma hali ile anlamak yerine zekâya (IQ) bağlama ya da zekayı her derde deva görme çok yaygın bir yanılgımızdır.
Zeki insanların daha az hata yapacaklarına veya daha doğru karar alacaklarına ilişkin inancımız aslında bilişsel ya da akıcı zekâyı her alana genelleme yanlılığımızdan kaynaklanıyor.
Bu genelleme daha çok, bilişsel zekâsı yüksek olanın aynı zamanda duygusal zekâsının (duygu düzenleme kapasitesi ve kişilerarası ilişkilerde uyum), kültürel zekâsının (farklı kültürel ortamlarda ve koşullarda etkin çalışabilme kapasitesi) ve özdisiplinin de (daha büyük amaca ulaşabilmek için anlık zevki ve isteği erteleyebilme becerisi) yüksek olacağına ilişkin bir yanlılığa dayanıyor.
Bu performans değerlendirmesi yazınında,“hale etkisi”olarak da tanımlanan bir yanlışlıktır. Hale etkisi, ilk izlenimin ya da kişide gözlenen bir özelliğinin aslında bilinmeyen diğer özelliklerine otomatik olarak genellenmesi eğilimi ya dayanlılığıdır.
Örneğin, iş görüşmesinde teknik bakımdan çok yetenekli olarak değerlendirilen bir adayın değerlendiriciler tarafından, herhangi bir kanıt ya da ek gözlem olmadan, zaman yönetiminde, insan ilişkilerinde vb. alanlarda da çok iyi olarak değerlendirilmesi, hale etkisinin bir örneğidir.
Benzer şekilde, bir özelliği olumsuz algılanan kişinin diğer özelliklerinin de olumsuz olarak algılanması da bu kapsama girer. Sadece IQ düzeyi yüksek olan değil, eğitimi, sosyal statüsü vb. yüksek olan kişilerin de daha az hata yapacağı ya da daha doğru karar alacağına ilişkin yanlılığımız da aslında bu genelleme hatasından kaynaklanmaktadır.
“Göz kendisini görmez”
Başkalarına yönelik yapılan değerlendirmelerde gözlenebilecek bu yanlılığın yanı sıra, kişiler kendilerine yönelik yaptıkları değerlendirmelerde de tipik bazı yanlılıklar sergilerler. Sosyal psikolojinin, sosyal biliş alanına giren çok sayıda kuramı, “göz kendisini görmez!” şeklinde özetleyebileceğimiz, benliğe yönelik abartılı değerlendirme hataları ve yanlılıklarını açıklamak için geliştirilmiştir.
IQ’su yüksek insanlar da bu hataları ve yanlılıkları yapmaz diyemeyiz. Genelde herkes özsaygısını koruma ve “kuyruğu dik tutmak” için kendi değerlendirmesini yaparken, iyi yönlerini abartıp kötü yönlerini de karartarak bir öz filtreleme yaparlar.
Özetle, kişi hem kendisini hem de başkalarını değerlendirirken titiz bir bilim insanı gözüyle sistematik, aşağıdan yukarıya doğru kanıtları değerlendirerek, nesnel bir yolla hipotez test eder gibi değerlendirme yapmaz. Daha çok yukarıdan aşağıya doğru kafasındaki inançları, tutumları, kalıpyargıları, önyargıları, önkabulleri, yani yerleşik şemaları temelinde otomatik ve hızlı değerlendirmeler yapar.
Aslında evrimsel olarak da böyle yapmak zorundadır. Hem uzun uzun düşünüp ince eleyip sık dokuyacak zamanı yoktur hem de kişi kendisini başkasının onu bildiğinden daha iyi bildiği (ya da bildiğini sandığı) için kendisini referans noktası
olarak görmesi daha güvenilir bir stratejidir. Üstelik belirsizliğepek tahammülü yoktur.
Zihinsel kestirme yolları
Sosyal psikoloji yazınında bu yanlı değerlendirmeler hem bilişsel hem de güdüsel (motivasyon) temelde incelenmiştir.
Bilişsel olarak hızlı değerlendirme yapıp kararlar alırken, yanlılığa çok maruz olan bazı zihinsel kestirme yollarını
otomatik olarak kullanırız. Nobel ödüllü psikologlar Kahneman ve meslektaşı Tversky’in 1970’lerde “heuristics” ismini verdiği bu kestirme yollar bizi en çok genelleme ve temsiliyet yanlığına sürükler.
Örneğin, birisine “sence Türkiye’de trafik kazalarından ölümlerin oranı nedir?” diye sorarsanız, kişinin bilgisi yoksa hemen çevresinden ne kadar kişinin trafik kazası geçirip geçirmediğine bakarak küçük ve yanlı bir örneklemi genelleyerek “temsiliyet” kısa yoluna başvurur ya da aklına gelen örnekleri genelleyerek “hazırda bulunma” yoluna başvurur.
Yargılarımızı ve kararlarımızı çoğu kez bu şekilde sınırlı bilgiye dayanarak kendimize aşırı güvenle yanlı olarak alırız. Zekânın yüksek olması karar alma sürecinde daha fazla alternatifi dikkate alma ve daha hızlı bilgi işleme bakımından bir avantaj sağlasa da, bu bilişsel yanlılıklardan kişiyi kurtaramaz.
İlgili link: Duygusal zekanın yüksek olduğunu anlamanın 15 işareti
Kendine hizmet eden yanlılık
İş, benliği korumaya gelince “zevahiri kurtarma” güdüsü öne çıkar ve özsaygıyı koruma sistemi devreye girer. Ben iyiyim, başkası kötü ya da bizimkisi iyi ama çevresi kötü düsturuyla, artık seçici algımız değerlendirmelerimizi yönlendirir. “Kendine hizmet eden yanlılık” etkisiyle, elde ettiğimiz başarıları, yüksek notları, olumlu sonuçları zekâmıza ya da çabamıza, kötü sonuçları ise başkalarına bağlarız. “Ortalamadan daha iyi” etkisiyle karşılaştırma yaparken kendimizi ve yakınlarımızı hep ortalamanın üstünde değerlendiririz.
Bu yüzden de, kendi çocuğumuz genellikle başkalarının çocuğundan daha zekidir! “Kendini yüceltme etkisi” yanlığı yüzünden başarılarımızı sadece kendimize bağlar dışarıdan gelen katkıları görmezden gelir ya da iyice kenara iteriz. “Teyit yanlılığı” yüzünden görüşümüzü destekleyen bilgileri daha hızlı hatırlar ve merkeze koyarız.
Görüşümüzle çelişen kanıtları ise otomatikman görmezden gelir, kenara iteriz. Hatta “isim-harf” etkisi nedeniyle ismimizdeki harfleri, hele ismimizdeki ilk harfi, alfabedeki diğer bütün harflerden daha fazla severiz.
Bununla da kalmaz, ismimizdeki harfleri paylaşan benzer isimdeki kişileri de daha çok severiz, farketmeden.
Bilişsel zeka ile ilgisi yok
Deneysel araştırmalarla da desteklenen yukarıdaki örneklere benzer daha bir çok benliği koruma ve/ya aşırı olumlu yanlı değerlendirme etkisi vardır. Özsaygısı düşük ve depresif olanlar ise, bir bakıma bu yanlılıkları kullanamayanlar, yani kendilerine iltimas geçemeyen (!), çoğunluğun tersine olumsuz değerlendirme yanlılığı yapan kişilerdir!
Narsisimi yüksek, aşırı kırılgan özsaygı sahibi olan kişiler de, bu olumlu yanlılık sürecini gerçeklikten kopacak
kadar aşırılaştıranlar, kibrine kurban olanlardır. Bildiğim kadarıyla, bu etkilerin hemen hemen hiç birisinin bilişsel zekâ düzeyi ile anlamlı bir ilişkisi gösterilmemiştir.
Ancak, duygusal ve kültürel zekâ, benliği ve duyguları daha etkin düzenlenme kapasitesi ile yakından ilişkilidir. Özellikle, kişilerarası ilişkilerdeki başarı, uyum ve sağlıklı karar alma becerisi, bilişsel zekâdan çok, sezgilerimize ve benlik disiplinimize daha yakın olan duygusal ve kültürel zekânın bir fonksiyonudur.
Söz konusu kişi ve onun yakın ilişkileri, özellikle romantik ilişkiler olunca her zaman sıcak duygular bilişlerin önüne geçer ve zekâ neredeyse devreden tamamen çıkar!
Artık anlık duygunun etkisiyle bazen keskin sirke küpüne zarar verir, bazen de bir pireye yorgan yakılabilir.
Doğru karar ve etkili karar vermek için zeki değil “akıllı” olmalı
Özellikle duygusal zekâsı düşük olanların “anlık zevki erteleme” (benlik kontrolü) becerisi iyice zayıflar ve kararlar rasyonel yolla değil sıcak duyguların etkisiyle alınır.
Bu nedenle, en doğru kararı alabilen başarılı insanlar genellikle bu anlık cazip sıcak duyguyu hızlı bir şekilde soğuk bilişe dönüştürebilen ve uzun vadeli sonucu kısa vadeli zevke tercih edebilenlerdir.
Özetle, doğru karar almak için zeki değil “akıllı” olmak gerekir! Kendisine dışarıdan bakabilenler, kendi önyargı ve kalıpyargılarının farkında olanlar, başkasının onayına ihtiyaç duymayacak sakin ve dengeli özsaygıya sahip olanlar, özkontrolü bir sınırlama değil bir karar alma özgürlüğü olarak görenler ve sıcak duygularını zamanında kontrol altına alıp, soğuk bilişleriyle karar alabilenler bir adım öne geçerler.
Kaynak: Sabancı Üniversitesi | Nebi Sümer