DOLAR
EURO
ALTIN
BIST
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul °C

Bilim kurgu filmlerindeki teknolojiler planlı mı yoksa ilham kaynağı mı?

Bilim kurgu filmlerindeki teknolojiler planlı mı yoksa ilham kaynağı mı?

Yeni teknolojilerin hepsini yıllar önce yayınlanmış efsane bilim-kurgu filmlerinde gördük. Bir zamanlar hayal olarak görülen herşey gün geçtikçe hayatımıza girmeye devam edecek. Çoğumuzun aklında ileri teknolojiler tasarı halindeyken filmlerde kullanılıp, dikkat mi çekilmeye çalışılıyor? Film yönetmenleri bunları nasıl kurgular? Bilim kurgu filmlerindeki teknolojiler planlı mı yoksa ilham kaynağı mı? soruları belirlemeye başladı bile.


Bilim kurgu filmlerindeki teknolojiler

Sizleri şimdi biraz geçmişe götürelim. İlk bilim kurgu filmleri gişe ve hasılat rekorları kıran filmleri. Yıllar önce günümümüzde kullanılan teknolojileri hatırlayacaksınız.


Star Trek (Uzay yolu): The Original Series (Yayın tarihi: 1966 Yaratıcısı: Gene Roddenberry)

Uzay yolu bilim kurgu filmlerinin en başında geldiğini herkez bilir. Filmde en çok dikkat edilen mobil telefon, ışınlama ve evrensel çevirmen aklımızda kalan en harika sahnelerdir. Ve bunların o zamanlarda izleyen film hayranlarının günümüzde çocuklarının ve torunlarının kullanabileceklerini bilebilirler miydi?

1. Mobil telefon (Star Trek: The Original Series (Dizi 2, Bölüm 5, The Apple))

Mobil iletişim araçları ilk defa 1967’de Star Trek: The Original Series (Dizi 2, Bölüm 5, The Apple) dizisinde görüldü. Daha cep telefonunun icadına 6 yıl vardı.

Şu anda herkesin cebinde olan mobil akıllı telefonlar hayatımızın vaz geçilmez bir parçası haline gelmiş durumda. 1973’te icat edildiklerinden beri teknolojik olarak inanılmaz bir şekilde geliştiler. İlk mobil telefon, Motorola DynaTAC, 1,1 kilogram ağırlığında tuğla gibi bir cihazdı ve pili en fazla 35 dakika dayanıyordu. Fiyatı da tahmin edebileceğiniz gibi inanılmaz yüksekti. Martin Cooper tarafından icat edilen Motorola DynaTAC 90 gün süren bir ekip çalışmasının sonucu ortaya çıkmıştı.

Söylentilere göre Cooper ise bu cihaz için ilhamı Uzay Yolu dizisinde Kaptan Kirk’ün (William Shatner) kullandığı iletişim cihazından almıştı. Cooper 2015 yılında verdiği bir röportajda ona ilham veren şeyin Dick Tracy çizgi romanında ünlü dedektifin iletişim için kullandığı saat olduğunu söylemişti.

Birçok seçenek sunan mobil telefonlar modern hayatın ayrılmaz parçalarından biri haline geldi.

2. Evrensel çevirmen

Uzay Yolu karakterleri maceralarında sık sık farklı diller konuşan uzaylılarla karşı karşıya geliyordu.

Gerçek zamanlı bilgi aktarımı sayesinde dil engeli yavaş yavaş ortadan kalkıyor. İki yönlü elektronik çevirmenler ve yazılımlar sayesinde karşımızdaki hangi dili konuşuyor olursa olsun ne dediğini anlayabiliyor ve kendi dilinde yanıt verebiliyoruz. 1966 -1969 yılları arasında yayımlanan Star Trek: The Original Series, 23. yüzyılda geçiyordu. Uzayda araştırma yapan Kaptan Kirk (William Shatner) ve Spock (Leonard Nimoy) gittikleri gezegenlerde kendilerine özgü dilleri olan uzaylılarla karşılaşıyordu.

Evrensel çevirmen ilk defa bu dizide Spock’ın biyolojik olmayan bir varlık ile iletişim kurmak için ayarlarını değiştirdiği sırada (Dizi 2 Bölüm 9, Metamorphosis) görüldü. Burada ana fikir bir uzaylı ile iletişim kurmaktı. Söz konusu cihaz konuşulan sözcükleri alıyor ve hedef dile çevirip seslendiriyordu. Bu, artık bilim kurgu değil. Sourcenext’in Pocketalk, Google’ın Pixel Buds ürünleri ve Skype’ın yeni ses çevirme servisi bize bu hizmeti veriyor.

3. Işınlanma

Işınlama cihazını Uzay Yolu dizisinin ilk bölümünden itibaren gördük ve hayran olduk.

Işınlanma teknolojisinin ardında yatan mantık bir insanı enerji formuna dönüştürmek, hedef noktada enerjiyi maddeye çevirip tekrar ortaya çıkartmak üzerine çalışıyordu. Uzay Yolu dizisinin ilk bölümünden itibaren mürettebatın bir gezegene veya gezegen yüzeyinden Atılgan uzay gemisinin içine ışınlandığını gördük.

Günümüzde bilim insanları foton adı verilen enerji toplarını ışınlayabiliyor. Elbette Uzay Yolu’nda kullanılan mekanizma gibi bir şey söz konusu değil. Burada devreye kuantum mekaniği giriyor. “Kuantum Dolanıklığı” adı verilen bir fenomen söz konusu. Bilim insanları durumu bilinmeyen iki foton yaratıp bunları farklı noktalara fırlatabiliyorlar. Fotonlardan birinin durumu belirlenince, diğeri aynı anda o fotonun ters haline geçiyor. Bu olay, aradaki mesafeden bağımsız olarak gerçekleşiyor.


Star Wars (Yıldız Savaşları) (Yayın tarihi: 1977 ve 1980 Yönetmenler: George Lucas ve Irvin Kershner)

Star Wars filmlerinde ışınlanmayı daha önce gördüğümüz için şaşırmadık ama hologramları görenler hayrete düşmüşlerdir. Daha önce hiç bir bilim kurgu da kullanılmayan biyonik protezler diğer hayran kalınan ve günümüzde gayet normal gelen icatlar içine girdi.

Star Wars: Episode IV – A New Hope 1977′de vizyona girdiğinde milyonlarca insanın hayal dünyasını genişletti ve bir anda çok popüler oldu. Bunun nedeni sadece anlatılan hikâye değildi, filmde Kullanılan galaktik teknolojilerin de büyük etkisi vardı. Ölüm yıldızından ışın kılıcına, bîlim kurgu ile fizik bilimi arasında gidip gelen bu teknolojilerin bir kısmı günümüzde gerçek oldu.

4. 3B projeksiyonlar (hologramlar)

Star Wars: Episode IV – A New Hope filminin başlarında Obi-Wan Kenobi (Sör Alec Guinness) bir holografik mesaj alıyor. Tanım olarak bir hologram, ışık ışınları kullanılarak iki boyutlu bir yüzey üzerinde üretilen üç boyutlu görüntülere verilen isim. Sadece tek bir açıdan bakıldığında görülebiliyorlar.

ABD’de Utah’ta Brigham Young Üniversitesinde araştırmacılar bu sınırlamayı aşmaya çalışıyorlar. Her açıdan görülebilecek bir 3B görüntü yarattılar. “Volumetric display” adı verilen bu teknik görüntü yüksek hızlı parçacıklar kullanarak oluşturuluyor. Lazer yardımı ile yakalanan parçacık önceden belirlenmiş pozisyona götürülüyor. İkinci bir lazer seti de parçacığın üzerinde kırmızı, yeşil, mavi ışık yansıtıyor. Parçacık gözümünüz algılayabileceğinden daha hızlı hareket ediyor, bu sayede hareketi ile yaratılan görüntü tam bir çizgi gibi görünüyor.

Görüntü arka arkaya hızlı bir şekilde değiştirildiğinde ise hareket ediyormuş gibi görünüyor. Şu anda bu teknolojinin tek sınırı çok küçük görüntüler elde edebilme imkânı vermesi. Bilim insanları şimdiye kadar ancak parmak ucunda küçücük bir görüntü oluşturabildiler. Daha büyük bir görüntü elde etmek, video gibi karmaşık ve büyük çapta hareket içeren görüntüler üretmek için aynı anda birçok parçacığı kontrol etmek ve bunları çok hızlı bir şekilde hareket ettirmek gerekiyor. Gelecekte belki birbirimize Prenses Leia gibi holografik mesajlar gönderebileceğiz.

5. Biyonik protezler

Babanızın elinizi kestiğini, çok yüksek bir binadan düşerken kardeşiniz tarafından bir uzay gemisi ile kurtarıldığınızı düşünün. Hiç olmayacak bir şey gibi görünse de Star Wars: Episode V – The Empire Strikes Back filminde Luke Skywalker (Mark Hamill) bunu yaşadı. Kopan elini tam fonksiyonlu bir biyonik el ile değiştirdiler ve hayatına hiçbir şey olmamış gibi kaldığı yerden devam etti. Şu anda bu teknolojik seviyeye ulaşmamıza çok az kaldı.

Atlanta’da bulunan Georgia Institute of Technology’deki araştırmacılar ultrasonik sensörler kullanarak yapay parmakları hareket ettirebileceğiniz bir yöntem geliştirmek üzerine’ çalışıyorlar. Bu teknoloji sayesinde çok net el hareketleri yapılabiliyor. Bunun en büyük kanıtı 2012’de bir kazada parmaklarını kaybeden Jason Barnes’ın yapay eli ile artık rahatça piyano çalabilmesi! Barnes’in protezi, kaslarına bağlanan elektromyogram (EMG) sensörlerle çalışıyor. Koldaki farklı düğmelerle fonksiyonları değiştirilebilen protezin işlemesi, için kasları sıkıştırmak veya gevşetmek yeterli. Bu yeni protezin bir başka özelliği de parmak hareketleri için makine öğrenmesi ve ultrason sinyalleri kullanması.

Büyük ümit vaat eden bu teknoloji sayesinde engellilerin yaşam kalitesi inanılmaz ölçüde artacak gibi görünüyor. Bunun en açık örneği de tekrar piyano çalmaya başlayabilien Jason Barnes. Şu anda emekleme aşamasından daha yeni çıkan bu teknolojinin 40 yıl önce sinemada görülmüş olması da oldukça ilginç, değil mi?


Blade Runner (Yayın tarihi: 1982 Yönetmen: Ridley Scott)

Sanal billboardlar bu filmde dikkatimizi çekti ama asıl filmin konusu olan dünyanın sonu getirecek sentetik insanlar yani yapay zeka fikri daha ilginç olandı.

6. Sanal billboardlar

Filmde önemli bir rol oynamayan, ancak geleceğin şehirlerinin arka plan manzarasını tamamlayan önemli bir detay olan sanal billboardları ilk olarak Blade Runner filminde gördük. Gökdelenlere baktığımızda dijital olarak üretilmiş dev boyutlarda bir reklam panosu ile karşılaşıyoruz.

Bu konsept Dooh.com CEO’su Andrew Phipps Newman’a ilham verdi. DOOH (Digital Out Of Home – Ev Dışında Dijital) firması canlı, dinamik reklam panoları üretiyor. Şu anda dış cephe reklam dünyasında en uç noktalarda dolaşan DOOH, her geçenin bir kere kafasını çevirip bakacağı ilgi çekici ürünlere sahip.

Son zamanlarda dijital billboard teknolojisinde baş döndürücü gelişmeler yaşanıyor. Özellikle insanların dışarıda çok dolaştığı, Londra, New York gibi kalabalık şehirlerde bu reklam tekniği bol bol kullanılıyor. Tüm bunların 1980’de vizyona giren karanlık temalı bir bilim kurgu filminden geldiğini bilmek de ayrıca ilginç.

Blade Runner gibi bir film farklı endüstrilerde farklı teknolojik fikirlerin filizlenmesine neden olabiliyor. Uzayı ticari bir alana dönüştürmek için girişimler olduğunu biliyoruz. Günün birinde gece kafamızı kaldırdığımızda gökyüzünde Ay yerine dijital bir reklam panosu görürsek, şaşırmayalım..

7. Yapay zekâ

Blade Runner filminin ana temasını sentetik insanlar oluşturuyordu. Sentetik insan yapabilmek için çok gelişmiş bir yapay zeka teknolojisi kullanmak gerekiyor. Yapay Zeka ufkumuzu açıyor ve pek çok uygulama alanı getiriyor, ancak beraberinde etik sorunların da ’ gelebileceği iddia ediliyor. Bilgisayarlara bu kadar çok güç ve sorumluluk aktarmak pek çok bilim kurgu filminde makinelerin dünyamızı ele geçirdiği felaket senaryolarına konu oluyor.

Blade Runner bunun 2019’da gerçek olacağını kurgulamıştı, ancak öyle bir şey olmadı. Elbette yapay zekâ birçok faydalı uygulama alanına sahip. Örneğin astronomlar yapay zekâ öğrenme teknikleri ile bilgisayarlara uzayı tarama ve Dünya dışı gezegen arama görevleri veriyorlar. NASA’nın Kepler Uzay Teleskobundan gelen dev boyutta bilgiyi analiz etmek ve aralarından anlamlı sonuçları ayıklamak için insan gücünün yetersiz kalacağı açık. Bilgisayarlar bunu çok daha hızlı bir şekilde başarabilirler, elbette bunun için de daha iyi düşünmeleri gerekiyor, bu da yapay zekâ ile oluyor.

Bazı fizikçiler, özellikle Profesör Stephen Hawking yapay zekâya karşı çıkıyordu. Hawking hayatını kaybetmeden önce yaptığı bir açıklamada biri yapay zekâyı bizden daha akıllı yapmanın yolunu bulursa insanlığın sonunu getireceğini iddia etmişti. Bu uyarı aslında Blade Runneriın da senaryosunun temelini oluşturuyor. Şu anda yapay zekâ bu seviyede değil. Robotlar ve yapay zekâ yakın gelecekte şüphesiz daha da gelişecek, ancak yapay zeka evrimi dikkatle izleniyor.


2001: A SPACE ODYSSEY (Yayın tarihi: 1968 Yönetmen: Stanley Kubrik)

Filmde en çok dikkat çeken Uzay istasyonları ve Akıllı tabletler’di.

8. Uzay istasyonları

2001: A Space Odyssey filminde Dünya yörüngesinde “Space Station V” adında dev bir Uluslararası Uzay İstasyonu bulunuyordu. Bu, size tanıdık geliyor mu?

Şu anda Dünya’nın yörüngesinde dönen, içinde 6 astronot barındıran Uluslararası Uzay İstasyonunu hepimiz biliyoruz. Elbette, filmdeki Space Station V çok daha lükstü. Uluslararası Uzay İstasyonu 1998’de Dünya yörüngesine, içinde mikro yerçekimi deneyleri yapılması amacıyla gönderildi. 13 yıl boyunca Dünya’dan taşman modüllerle parça parça inşa edildi. Evet, 2001’de inşaatı bitmemişti ama o kadar da olur diyoruz…

2001: A Space Odyssey filmindeki Space Station V, sadece Dünya dışında turistik bir yer değildi. Aynı zamanda Ay ve diğer gezegenlere yapılacak uzun yolculuklar için bir başlangıç noktasıydı. Bu fikir, uzayda inşa edilmesi planlanan Deep Space Gateway istasyonunun temelini oluşturuyor.

Kozmik radyasyon ve bu tür yolculuklar için gerekli olan mekanların gereksinimlerin yüksekliği nedeniyle uzak mesafe uzay yolculukları bir türlü başlayamıyor. Ancak, Mars’a yapılacak bir insanlı seyahat fikri gün geçtikçe daha fazla olgunlaşıyor. Deep Space Gateway gelecekteki Ay ve Mars görevleri için ideal bir pit-stop noktası olabilir.

9. Tabletler

Tabletler parmak dokunuşları ile çalıştırabildiğiniz harika taşınabilir bilgisayarlar. Dünya’nın dört bir tarafında hatta Uluslararası Uzay İstasyonundaki astronotlar tarafından uzayda bile kullanılıyorlar. Apple, iPad ile tableti kendisinin icat ettiğini iddia ediyor. Oysa Samsung’un buna karşı çok ilginç bir iddiası var.

Stanley Kubrick ve Sör Arthur C. Clarke 1968’de vizyona giren ve bir bilim kurgu klasiği olan 2001: A Space Odyssey filminde tableti çoktan düşünmüşlerdi bile. Filmde Dr. David Bowman (Keir Dullea) ve Dr Frank Poole (Gary Lockwood) haberleri düz ekranlı bilgisayarlarından izliyorlar. Samsung “haber tableti” adı verilen bu tabletlerin orijinal tabletler olduğunu söylüyor. Yani tabletler konsept olarak iPad’den 40 yıl önce icat edilmişti diyor.

Günümüzün tabletleri parmak izi ve yüz tanıyabiliyorlar ve bu güvenlik önlemleri sayesinde sadece sahipleri tarafından kullanılabiliyorlar.


Geleceğe Dönüş 2 (Yayın tarihi: 1989 Yönetmen: Robert Zemeckis)

Eğlenceli bir bilim kurgu film olan Geleceğe Dönüş üçlü serisi,  zaman makinesinden çok uçan kaykaylı Marty McFly akıllardan çıkmıyor.

10. Uçan kaykaylar

Geleceğe Dönüş üçlemesi zamanda yolculuk konseptli muhteşem eğlenceli üç film serisidir. Serinin ikinci filminde kahramanlarımız geleceğe, 2015 yılına giderler. Elbette, o zamanlar 2015’te teknolojik olarak inanılmaz gelişmelerin olacağı düşünülüyordu, ancak hepimizin bildiği ve yaşadığı gibi, olmadı… Buradaki en ilginç teknolojik oyuncaklardan biri Marty McFly’in (Michael J. Fox) peşindeki serserilerden kurtulmak için binip kaçtığı “uçan kaykaylar.”

İlk gerçek uçan kaykay gerçekten de 2015 yılında ABD merkezli bir firma olan Arx Pax tarafından icat edildi. Firmanın patentini aldığı Magnetic Field Architecture – MFA™ (Manyetik Alan Mimarisi) uçan kaykayın havada kalmasını sağlıyor. Sistemin çalışma prensibi aslında çok basit. Kaykay bir manyetik alan yaratıyor ve bu bir girdap akımına dönüşüyor. Girdap akımları ters bir manyetik alan yaratıyor. İki manyetik alan birbirini itince kaykay havaya yükselmiş oluyor. Aşağıdaki temellerle uçan kaykay hayaldi gerçek oldu.

  • Şarj edilebilir mıknatıslar. Motorlar, yüklü elektromıknatıslardan oluşuyor. Şarjı bittikten sonra tekrar şarj edilebiliyor.
  • Manyetik yükselme. İki manyetik alanın birbirini itmesi ile uçan kaykay yerden yükseliyor.
  • Bakır “kaykay parkı”. Uçan kaykayın çalışabilmesi için zemin iletken bir metal olan bakırla kaplanmış olmak.

Bu teknolojik gelişme 1989’da düşünülen bir bilim kurgu hayalinin gerçekleşmesini sağladı. NASA’nm da ilgisini çeken MFA™ teknolojisinin uzaydaki küçük uyduları yakalamak için kullanılması düşünülüyor.


Total Recall (Yayın tarihi: 1990  Yönetmen: Paul Verhoeven)

Film bilim kurgu teknolojileri hayli kullanılmış. Ama en çok dikkat edilen sürücüsüz araçlar.

11. Sürücüsüz otomobiller

1990’da vizyona giren Total Recall filminde filmin ana karakteri Douglas Quaid (Arnold Schwarzenegger) kendini Mars’ta geçen bir maceranın kahramanı olarak bulur. 2084’te geçen film aslında kendi içinde tutarlı, zira NASA ve SpaceX Mars’ı aynen filmdeki gibi kolonileştirmek istediklerini açıkladı bile. Sahnelerden birinde Quaid peşindekilerden kaçarken bir taksiye atlar. Ancak bu taksi bildiğimiz taksi değildir, zira 2084’te taksilerde şoför bulunmamaktadır. Aracın robot sürücüsü Quaid’den bilgisayar sistemine gideceği adresi girmesini ister. Arnold şoförün kafasını koparıp araçtan atttığı ve aracı kendi kullanmaya karar verdiği için sürücüsüz arabanın nasıl çalıştığını görebilmiş değiliz.

Ancak günümüzde üzerindeki GPS sistemi ile sizi A noktasından B noktasına kendi kendine götürecek araçlar üzerinde çalışmalar yürütülmekte olduğunu biliyoruz. SpaceX’in kardeş kuruluşu Tesla, sürücüsüz araçlar üretti, NASA da geçtiğimiz yıl sürücüsüz araçların üretimini destekleyeceğini açıkladı. Otonom araçların yeteneklerini de geliştirmek istiyorlar zira Ay ve Mars’ta çalışacak insansız yüzey araştırma araçlarına ihtiyaçları var.



Ayrıca bakınız

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.