Dinozorlar var olsaydı insanlar yaşayabilir miydi?
Dinozorlar milyonlarca yıl önce dünyanın sahipleriydi. Dinozorlar sonrası dünyanın yeni hakimi insanlar onlar kadar acımasız olmasa bile dünyaya gittikçe daha çok zarar veriyoruz. Peki bu iki sahip aynı anda yaşasa ne olurdu? Bilim insanları Dinozorlar var olsaydı insanlar yaşayabilir miydi? sorusunun cevabını araştırıyor. Ayrıca Dinozor türleri nasıl yok oldu? Yakınsama teorisi var mı? sorusununda cevabı da yazımızda.
Dinozorlar var olsaydı insanlar yaşayabilir miydi?
Amerikalı biyologun çıkış noktası, dinozorların 66 milyon yıl önce Tebeşir devrinin sonunda, gezegenimize çarpan bir göktaşı nedeniyle yok olarak, memelilerin gelişimine yol açtığını söyleyen asteroit teorisi.
Losos diyor ki eğer bu asteroit olmasaydı dinozorlar, dünyamıza hakim olmaya devam edecekler ve biz insanlar hiçbir zaman gelişmeyecektik. Aslında bu düşünce ilk bakışta gayet akılcı geliyor değil mi?
Fakat örneğin 2018 yılındaki PNAS dergisinde yayımlanan ve diğer bazı bazı araştırmalara göre dinozorlar, göktaşı çarpmasından milyonlarca yıl önce zaten azalmaya başlamışlardı.
İngiliz bilim insanlarının bu araştırması, dinozor soyunun tamamen tükenmeden milyonlarca yıl önce, dünyamızda yeni gelişen dinozor türlerinden çok daha fazlasının yok olduğunu söylüyor. Dinozor türlerindeki azalma, göktaşı çarpmasından 24 milyon yıl önce başlamıştı, hatta analizlerde sadece dinozorların ana grupları dikkate alındığında bu tarih, çarpışmadan 48 ila 53 milyon yıl öncesine kadar iniyor.
Dinozor türleri nasıl yok oldu?
2017’de Nature dergisinde Losos’un eleştiren paleontolog Kevin Padian’a göre dönemin en sonlarına doğru şayet geriye birkaç dinozor kalsaydı, daha soğuk ve ormanlık bir çevre sunan Paleojen dönemde olasılıkla hayatta kalamazlardı.
Dinozor türlerinin asteroit çarpmasından milyonlarca yıl önce tükenmeye başladığını gösteren araştırmalar, Cicxulub asteroitinin ve çevresindeki büyük volkanik etkinliklerin, dinozorların kaderinde neredeyse hiç etkili olmadığını göstermiştir.
Dahası dinozorların tükenmeleriyle, memelilerin gelişimi için gerekli olan yolun açıldığı düşüncesini de pek mantıklı bulmuyor Padian. Nitekim son araştırmalar Tebeşir devrinde, yüzücü canlılardan uçuculara kadar, memeliler için
olağanüstü bir ekolojik çeşitliliğin bulunduğunu göstermiştir.
Bu devirde on kilo kadar gelen hayvanlar, Paleojen dönemde büyümeye devam etmişlerdir. Daha da önemlisi tüm bu canlılar Tebeşir devrine kıyasla çok farklı çevrelerde yaşıyorlardı. Yani evrimle ilgili tekrarlanan öykülerle, daha farklı kanıtlar veren çeşitli kalıplar elde etmek mümkün diyor paleontolog.
Bununla birlikte, “Improbable Destinies” yine de konuyu derinlemesine ele alan, çarpıcı ve düşündürücü bir çalışmadır. Losos, kader, şans ve olasılık gibi terimlerin evrim için ne anlama geldiğini araştırırken, morfolojik, genetik ve moleküler gibi benzer çözümlerin, niçin tekrar tekrar ortaya çıktığını soruyor.
Losos aslında bu sorulara, henüz öğrencilik döneminde çevrebilimci Thomas Schoener’ın çığır açan çalışmasından sonra, Karayip Anolis kertenkelesini araştırırken ilgi duymaya başlamıştı Bu kertenkeleler farklı büyüklükte adalarda ve çeşitli yaşam alanlarında yaşıyorlar ve benzer koşullarda benzer uyumluluklar ve roller geliştirmeye de meyilliler.
Fakat birbirini andıran farklı adalardaki türler birbirleriyle akraba değiller.
Peki ama neden?
Yanıt şöyle olabilir: Bu yakın akraba ilişkileri benzer genetik bileşenlere sahip olduğunda, karşılaştırılabilir çevresel koşullarda, benzer mutasyonlar üreterek, ayıklanma yoluna gidiyor olabilirler.
Birçokları buna “yakınsama” diyor. Fakat Padian, bunun yerine çok yakın ilişkili soy çizgilerini tercih ediyor. “Yakınsama” çok farklı gruplar içindeki yenilenmeler için uygundur diyor araştırmacı: yüzeysel olarak birbirine benzeyen kuş ve pterozor kanatları veya Ay-ay maymunun (Daubentonia madagascariensis) ve çizgili keseli sıçanın (Dactylopsila trivirgata) ince uzun parmakları gibi mesela.
İlginizi çekebilir: Tarihte ilk defa 99 milyon yıllık bir dinazorun kuyruğu bulundu!
Yakınsama teorisi var mı?
Bu örnekleri her gün sınıflandırabiliriz, peki ama gerçekten yakınsama diye bir teori var mı? Bazı soy çizgilerinin bu özelliklere doğru yakınlaşmalarının yazgı olduğu söylenemez.
Determinizm ile ilgili fikirler on sekizinci yüzyılın sonlarında, Jean-Baptiste Lamarck ile önemini yitirmiştir: Determinizmin karşıtı olan görüşe göre uyum sağlayan canlıların çoğalmaması gayet yaygın bir olaydır: kanguru, gagalı memeli (Ornithorhynchus anatinus), Amerikan sabır otu (Agave americana, birkaç on yıllık ömründe sadece bir kez açar) ve insanlar buna örnektir.
Görünüşe göre primatlar, ağaçta yaşam, büyük beyin, iyi koordinasyon yetisi ve aktif metabolizma gibi, uçabilecek şekilde evrimleşecek donanımlara sahipler.
Ama buna rağmen hiçbir primat uçacakmış gibi görünmüyor diyor Padian. Biz bu yakınsamaları nasıl tahmin edebiliriz?
Losos, paleontolog Dale Russel’in 1980’lerdeki fantastik “dinosauroid” teorisini “canlandırmak” istiyor. Bu teorinin temelinde, eğer asteroit çarpması olmasaydı, iki ayak üzerinde yürüyen, büyük beyinli ve kavrayıcı ellere sahip etçil dinozorlar ne olurdu sorusu yatar (bu arada Russel’in asteroit hipotezini kabul ettiğini de belirtelim).
Bu üç parmaklı, büyük beyinli, gagalı ve tavuklarınkine benzer ayaklara sahip bu yaratık, 1980’lerdeki bilim kurgu filmleri için esinkaynağı olmuşsa da bilim insanlarını pek etkilememişti.
Evrim biyologu Stephen Jay Gould, 1989 yılında yayımlanan Wonderful Life adlı kitabıyla Kambriyen dönemindeki (541-485 milyon yıl önce) benzersiz, kırılgan faunaya dikkat çekmişti. Omurgalıların atalarını da içeren kordalılar dönemi yaşansaydı, insanoğlu var olmazdı bile.
Fakat Losos bunun haklı bir karşılaştırma olmadığını işaret etti: kaseti yeniden çalmak yerine farklı birini çalıyor.
Yakınsama fikrinin en iyi temeli belki de paleontolog Dolf Seilacher’in yapısal morfoloji teorisinde yatıyordur. Bu teoriye göre filin hortumu veya balık kartalının balıkları gagasından çok pençeleriyle yakalaması gibi özellikler üç faktörün bir sonucu: uyum sağlama (ayıklanma), evrimsel geçmiş (organizmalar miras aldıklarıyla çalışmak zorundalar) ve yapı (yaşayan yapıların malzeme özelliklerine ne şekilde izin verdikleri ve biçimlerini ne şekilde sınırladıkları gibi). Burada tarih devreye giriyor.
Evrim önceden belirlenen, kaçınılmaz bir öykü değildir. Daha çok Monopoly oyunu gibidir diyor paleontolog. Nereye gideceğini o anda bulunduğun yer belirliyor: Kim olduğun, nerede olduğuna bağlı (kazanımların): Nereye gideceğin, sınırlı olanaklarla ve olasılıklarla atılan zarla belirlenir.