Sıradan bir insan terör eylemcisine nasıl dönüşür? İnsan nasıl kötü olabilir?
İngilizce “evil” Türkçesi “şeytan, kötü, şer” olan kelimenin baş harfi alınarak beynin yönlendirdiği terör, cinayet, barbarlık, katliam, intihar gibi tüm kötülüklerin neden olduğu bu durum “E Sendromu” içinde tanımlanmaktadır. Hayatında bir karıncayı bile ezmemiş diye tabir edilen mülayim bir insanın nasıl bir canavara dönüştüğünü bilimsel olarak ele alacağız. Sıradan bir insan terör eylemcisine nasıl dönüşür? Kötülük neden olur? Kötülüğün nedenleri nelerdir? E Sendromu nedir? Kötülüğün 7 semptomu nedir? bu soruların cevabını bilimsel olarak vermeye çalışacağız.
Sıradan bir insan terör eylemcisine nasıl dönüşür?
Sıradan bir insanın gözünü kırpmadan adam öldüren bir ölüm makinesine dönüşmesinin nedenlerini araştıran bilim insanları, bu insanların ilkel içgüdülerinin etkisinde olduğuna ilişkin yaygın görüşün doğru olmadığını ortaya çıkarttı. Sıradan insanlarda hakim içgüdünün başkalarına zarar vermemek olduğunu söyleyen araştırmacılar, adam öldürme girişimlerinin daha gelişmiş beyin bölgelerinin faaliyetlerinin bir sonucu olduğunu ileri sürüyor. Öte yandan bu zarar vermeme içgüdüsü, emirleri altındayken daha kolay baskılanıyor.
Görünüşte normal bir genç okulu bırakıp, büyük bir soğukkanlılıkla ortalığı kan gölüne çeviren terör eylemlerine niçin kalkışır? Son yıllarda herkes ülkemizi cehenneme çeviren intihar bombacılarıyla ilgili bu soruyu soruyor. Dünya kamuoyu bundan 70 yıl önce Nazi toplama kamplarında soykırım uygulayanlar için de aynı soruyu soruyordu. Kaldı ki aradan geçen süre içinde bu soru gündemden hiç düşmedi. Sıradan bir insanı acımasız bir caniye dönüştüren nedir? Uygar bir insanın barbarca eylemlere kalkışabileceğine kimse ihtimal vermez; böyle bir durumda insanın hayvani dürtülerinin etkisinde olduğu varsayılır. Ne var ki son bilimsel bulgular bu görüşü çürütüyor. Yeni görüşe göre barbarca eylemler, daha gelişmiş ve daha yüksek beyin bölgelerinin ürünüdür. Bilim dünyası beyindeki bütün bu beyin faaliyetlerinin neden olduğu duruma E Sendromu adını veriyor. (E İngilizce evil, yani kötü anlamında)
İdeolojilere dayalı cinayetlerin dünya geneline yayılmasıyla, terör eylemcilerinin beyninde neler olup bittiğini açıklayacak yeni görüşlere ihtiyaç arttı. Son yıllardaki yeni yaklaşım, kötülüğü, daha doğrusu barbarlığı hastalık olarak ele almak. Ne var ki bu tartışmalı bir yaklaşım.
Bazıları kötülüğü hastalık olarak ele almanın, insanlık dışı eylemlere bir mazeret oluşturacağını ve bunun yasa dışı örgütlerin daha fazla sayıda genci kendi saflarına çekmek için reçete yerine geçeceğini ileri sürüyor. Diğerleri ise bu görüşün herkesin içinde kötülük potansiyeli bulunduğu gerçeğini inkar anlamına geleceğini savunuyor.
Ancak kötülüğü hastalık kapsamında değerlendirmekten yana olanlar, toplumun bu hastalığa yakalanma eğiliminde olanları teşhis edebileceğine ve hastalığın yayılmasının engellenebileceğine inanıyor. Eğer bunu yapabilirsek, belki terörün de önü alınabilir.
II. Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle, Toplama kamplarında soykırım uygulayan Nazi subayları bilimsel olarak incelemeye alındı. Bazıları bu subayların gönüllü olarak, ideolojik inançlarının etkisiyle infazları gerçekleştirdiğine inanırken, diğerleri bu insanların fazla düşünmeden emirleri uyguladığını savunuyordu.
Bu tartışma Ruanda soykırımının ve Srebrenica katliamının meydana geldiği 1990’lı yıllarda yeniden alevlendi. 1996’da saygın bilim dergisi Lancet’te yayımlanan bir makale kötülüğün biyolojik açıdan ele alınması gerektiğini savunuyordu. Acaba gerçekten katil doğanlar diye bir şey var mı?
İnsanlığı kötülüğe iten 7 semptom
Los Angeles’teki Kaliforniya Üniversitesi’nden nöroşirurji uzmanı Itzhak Fried’in 1997 yılında kaleme aldığı bir yazı, şiddetle en ufak bir ilişkisi olmayan kişilerin seri katile dönüşmesine yol açan belirtilerin 7 madde altında toplanabileceğini söylüyor.
Bu 7 madde “Kötülüğün 7 Semptomu” olarak biliniyor:
- Kalıplaşmış bir şekilde tekrarlayan şiddet,
- Obsesif (saplantılı) inançlar,
- Şiddet karşısında duyarsızlaşma,
- İnişi çıkışı olmayan duygusal bir yapı,
- Şiddeti günlük aktivitelerden ayırma,
- Otoriteye tam bir itaat,
- Bağlı olduğu grubun üyelerini yüceltme.
Itzhak Fried bütün bu belirtilerin “bilişsel kırılma” olarak adlandırılan olgunun sonucu olduğunu ileri sürüyor. Bilişsel kırılma, karar alma ve rasyonel düşünce ile ilgili beynin prefrontal korteks (PFC) bölgesinin, beynin daha ilkel bölgelerinden gelen sinyalleri göz ardı etmesi ve aşırı çalışması sonucu meydana geliyor.
İnsan içgüdüsü kötülüğe neden olan eylemleri baskılar mı?
Bu, ileri araştırma gerektiren bir kuramdı ve sinirbilimciler bu konuda bir dizi çalışma başlattılar. Itzhak Fried 2015 yılının başlarında kavramı enine boyuna tartışmak için bir konferans düzenledi. Bu toplantıda bir araya gelen sinirbilimciler şu temel kavramlar üzerinde görüş birliğine vardılar:
- Öldürme eylemi ile karar verme eylemi arasında çok yakın bir ilişki vardır.
- Normal insanlarda hakim içgüdü diğerlerine zarar vermekten kaçınmaktır.
- Dolayısıyla E Sendromu’nun görüldüğü insanlarda gelişmiş beyin bölgesinin bu içgüdüyü baskılaması gerekir.
Fried, ilk kez birini öldüren insanların dürtüsel bir reaksiyon yaşadıklarını, ancak çok kısa süre içinde duyarsızlaştıklarını belirtiyor. Zarar vermeme içgüdüsü, emirleri uygulama durumunda daha kolay baskılanıyor. University College London’dan Patrick Haggard, beyin tarama yöntemlerinden yararlanarak yürüttüğü deneylerde, emir altındaki insanların yaptıklarının sorumluluğunu üstlenmediğini keşfetti (Stanley Milgram’ın 1960’lardaki ünlü deneyinden esinlenerek gerçekleştirildi). Emir komuta zinciri altındaki insanlar neden oldukları kötülüklerle kendi aralarına mesafe koyabiliyor.
Bilgi depomuzu gelgez : İnsanlar giderek yalnızlaşıyor mu? Yalnızlığın olumlu ve olumsuz yönleri
İnsanlar nasıl ölüm makinesi olabiliyor?
Terör eylemcisi, intihar bombacısı, canlı bomba, toplu saldırı ve cinayetler yapan insanların eylem öncesinde sabıkaları olmayışı, bir anda böylesine değişim yaşaması adeta ölüm makinesine dönüşmesi bilim adamları tarafından en çok incelenen konulardan biridir.
Ne var ki günümüzde ve tarih boyunca pek çok kıyım emir altında yapılmadı. Tarihçi Christopher Browning, “Sıradan İnsan” isimli kitabında Nazi dönemindeki 101. Numaralı Polis Taburu’nu bu açıdan inceliyor ve bu taburdaki hiç kimsenin emir almadığı halde vahşi bir ölüm makinesine dönüştüğünü söylüyor. Bu taburun içindeki bir azınlık – büyük bir olasılıkla ciddi boyutta psikopat veya sadist en ufak bir vicdan azabı duymadan öldürürken; öldürme eğilimi taşımayan çoğunluk, kısa bir süre içinde dönüşüm geçiriyor ve acımasızca kıyım yapıyor. Browning bu insanların robota dönüştüklerini, bir kere öldürmeye karar verdiklerinde bunun alışkanlık haline geldiğini belirtiyor.
Bugüne dek yaygın görüş şöyleydi: Alışkanlıklar, en ufak bir düşünme belirtisi taşımayan yarı- otomatik davranışlardır ve gelişmiş beyin bölgeleriyle ilgisi yoktur. Bu da normal insanların birdenbire katile dönüşmesinin temelinde ilkel beynin kontrolü ele geçirmesi olduğu fikrini destekliyor gibi görünüyor. Ne var ki bu yorum M.I.T.’den sinirbilimci Ann Graybiel’in tarafından yalanlandı. Graybiel, söz konusu çalışmasında bağımlılık ve depresyon gibi yanlış kararlar alma olasılığını arttıran yaygın psikiyatrik bozukluğu olan hastaları inceledi. Yüksek risk içeren koşullarda bu kişiler fayda sağlamak adına ödeyecekleri bedeli göz ardı ederek sağlıksız riskleri kabul ederler. Graybiel’in çalışması risk içeren kararlarda gelişmiş beynin sorumlu olduğunu kanıtladı.
Graybiel, sıçanlar üzerinde yürüttüğü çalışmasında riskli alışkanlıkların PFC bölgesindeki nöron faaliyetleri tarafından kontrol altında tutulduğunu keşfetti. Bu şekilde obsesif-kompulsif bozukluklar, hatta E Sendromu gibi hastalıkların tedavi edilebilme olasılığının da yolunun açıldığını ileri sürdü. Bu deney optogenetik adı verilen teknik sayesinde gerçekleştirildi. Bu teknikte sıçanların FRC bölgesinde, genetiği değiştirilmiş nöronlarının faaliyeti ışık ile düzene sokuldu. Ancak bunu insanlara uygulamak mümkün değildi. Bu konuda bilişsel ve davranışsal terapiler veya ilaçlar aynı etkiyi yaratabilir. Graybiel, öldürmeye kararlı insanların bile durdurulabileceğini düşünüyor. Örneğin böyle bir müdahale, kalabalık içinde kendini patlatmaya niyetlenen kişinin yarar-bedel analizi yapmasını bile engelleyebilir.
Bilgi depomuzu gelgez : IŞİD nedir? Nasıl kuruldu? IŞİD’i kuran Ebu Bekir el-Bağdadi kimdir?
Uygunsuz davranışları kim tanımlayacak?
Graybiel’e göre bu tür müdahalelere toplumun izin verip vermemesi farklı bir tartışma konusu. Bir kişinin teröristi bir diğerinin özgürlük savaşçısı ise uygunsuz davranışı kim tanımlayacak? İdeolojik kökenli şiddet konusunda yürüttüğü çalışmalarıyla tanınan Michigan Üniversitesi’nden Scott Atran, E-Sendromu’nun bir hastalık olduğu fikrini kabul etmiyor. İngiltere’deki St. Andrews Üniversitesi’nden Stephen Reicher, E-Sendromu kavramının dünyayı sizler ve bizler olarak ikiye böldüğünü söyleyerek şöyle konuşuyor: “Bu kavrama göre yalnızca hasarlı beyinler kötülük yapabilir. Oysa ben koşullar uygun olduğunda herkesin kötülük yapabileceğine inanıyorum. Eğer dünyayı şiddetten arındırmak istiyorsak, koşulları düzeltmeliyiz. Bunun için de bireyleri değil, grupları ele almalıyız.”
Bilgi depomuzu gelgez : Ruhsal sağlığı bozuk olan genç kadınların sayısı artıyor!
Bir katil kahraman olabilir mi?
İnsanların otorite altında olduklarında, kendi vicdanlarını susturarak şiddet uygulamaktan kaçınmadıkları gerçeğini ortaya çıkartan Milgram Deneyi’nde, anahtar unsur, şiddeti uygulayanın kendini nasıl tanımladığı ile ilgilidir. İnsanoğlu ultra-sosyal hayvanlar olarak evrilmişlerdir; Hayatta kalmak için grup üyelerinin desteğine ihtiyaçları vardır. Gruplaşma eğilimimiz o kadar güçlüdür ki ortak bir renk bile gruplaşmak için yeterli olabilir.
Ecole Normale Superieure’dan Julie Grezes, başkalarını değerlendirme şeklimizin Tamamen bağlı bulunduğumuz grup tarafından şekillendirildiğini söylüyor. Grubumuzun dışındaki insanlara gösterdiğimiz empati daha azdır ve bu kişileri kötü özelliklere sahip kişiler olarak değerlendiririz. Bağlı bulunduğumuz grubun inançlarını ve değerlerini benimsediğimiz için, aynı grup dışarıdakilerine nasıl davranmamız gerektiğini de belirler.
Reicher bu konuda şöyle konuşuyor: “Esas zararlı olan, ait olduğumuz gruba göre soykırımların bile saygın bir davranış olarak nitelendirilebilmesi, katillerin kahraman olarak değerlendirilmesidir. Ancak grupların olumlu etkileri de vardır; insanların uygarlaşmasını kolaylaştırır. Grup olarak aslında şiddete karşı çıkmak da mümkündür. Reicher, bir gruba üye olmanın özendirilmesi gerektiğine inanıyor. Çünkü ait olduğumuz grubun mükemmel, dışarıdakilerin kötü olduğu fikrinin yaygın olduğu koşullarda grup aidiyeti insanlar için iyi bir koruma sağlar.
Kaynaklar ve Dış Bağlantılar
- New Scientist, 2015
- Psikoterapist Cem Keçe | Psikolojik ve Ruhsal Sorunlar